
Beyin ve Sessizlik
Saat 7.
Hava hala karanlık.
Oğlum yatağında bir süre yuvarlandı. Hareketin etkisiyle sıcakladı. Üzerindeki yorgana bir tekme atıp, kenara savurdu. Gece mi sabah mı olduğunu anlayamadığından bir süre daha yatağında herhangi bir ses duymayı bekledi. Sabrı hemen tükendi ve bana seslendi.
Anneeee, diyen sesi koridoru geçti, kapının anahtar deliğinden sızıp odaya doldu. Kulaklarım her an teyakkuzda olan annelik içgüdülerimi dürttü. Beynimin henüz harekete geçmeyen bölümü bekleyedursun, ayaklarım çoktan yataktan aşağıya sarkıp yürümeye başlamışlardı. Mutfağın sarı ışığında tost yaptık, portakal sıktık, kahve pişirdik. Legolardan kuleler, yastıklardan evler, oyuncak hamurdan kekler ve kurabiyeler yaptık. Sonunda vardiyamı babaya devredip çocuk odasından çıktım. Tuvalette telefondaki maillere, mesajlara baktım. Acil olanlara cevap verdim.
Sonra gidip yatağıma oturdum. Yatak odam artık saatler önce aceleyle çıkıp gittiğim yer değildi. Nevresimler toplanmış , yastıklar beyaz bulutlar gibi kabartılmıştı. Sapsarı bir kış güneşi ve deliksiz bir sessizlik odayı doldurmuştu. Yatağım beni çağırıyordu. İçine devrildim. Sırtıma iki yastık dayadım. Çekmecedeki gizli zulamdan bir avuç badem çıkardım. Oda kapısı kapalıydı. Dışarıdan uzak motor sesleri ve martılar duyuluyordu. Pencerede mavi bir gökyüzü parçası. Geriye kalan her şey kapının arkasındaydı. Saat hala erkendi. Gün doğacak bir çocuk gibi zamanını bekliyordu. Boş ve beyaz duvarlara baktım. Dün gece komodinin üzerinde bıraktığım dergiyi açıp, yükselen enerji maliyetlerinin müzeler üzerindeki etkisini anlatan bir makale okudum. Satırlar ilerledikçe aklımın kendini düzenlediğini, güç topladığını, içimde bir sesin, yapabilirsin şampiyon, diye kendini gaza getirdiğini hissediyordum.
İşte bu kitap, tam o anı anlatıyor.
Göz kapaklarımızı sürekli kırpmamızın bir sebebi gözü nemlendirmek ama sırf bunun için bu kadar sık kırpmaya da gerek yok. Asıl amaç, gözün kapandığı o saniyenin onda üçlük bölümünde beyine giden veri akışını kesip, beyni rahatlatmak. Görmek beyne sürekli çözmesi gereken yeni bilgi yollamak olduğundan arada bir gözleri kapatmak, bu yüzden iyi bir fikir. Outrenoir resim dedikleri, siyah ötesi diye Türkçeleştirebileceğimiz tablolara bakmak da aynı dinlendirici hissi yaratıyor. Bu monokrom resimler beyne gevşeme ve aynı zamanda zihinsel avarelik yapma imkanı veriyor.
Zaten bütün mesele de bu.
Zihnin kaç, kurtul, savaş gibi temel meseleler için ürettiği stresli düşünceler kadar üç gün önce edilmiş bir kavgaya ait, ona öyle deseydim keşke, türü cümleler, hiçbir gerekçesi olmayan gelecek endişeleri, vesveseler ve korku senaryoları da beynin dehlizlerinde dolaşıyor. Bir noktada bunları denetlemek bizim işimiz. Aslında beyin sandığımız kadar akıllı değil ve her zaman da bizim tarafımızı tutmuyor. Bu da günlük enerjimizin çok büyük bölümü farazi korkularla zayi oluyor, demek. Korkunç bir israf. Ve de değişiyor. Yeni bir şey öğrendikçe ve deneyimledikçe evriliyor. Oysa biz, beynin sahibi, orada aynı şekilde durmaya devam ediyoruz. Beyin için yaşananları yaşayan kişinin aynı kişi olup olmadığını bilmek karmaşık bir süreç. Bu yüzden anıları farklı hatırlıyor. Aynı olayı yaşayan farklı kişiler bambaşka anımsaması bu yüzden. Hoş olmayan anıları da sürekli içinde döndürüyor. Geveliyor, diyelim. Geviş getiriyor, hatta. O yüzden düşüncelerimizi düzenlemek, akıl sağlığımızı ve yaşama sevincimizi korumak için elzem.
Meditasyon, gün içinde mola verip sessiz ve doğanın içinde bir yere kaçmak, gözleri kapatmak, derin nefesler alıp vermek, düşünmeye birkaç dakika ara vermek, boş duvarlara bakmak, gürültünün içinde sessiz kalabilmek, başka birini teselli eder gibi kendimizi teselli edebilmek ve herhangi birine tanıyacağımız kadar hata yapma, yorulma, başarısız olma hakkını kendimize tanımak beyin için çok kıymetli.
Kitabı okudukça aklımda iki şey canlandı. Birincisi bir duvar yazısı. Diyordu ki, hayat kısa ama geniş. O yüzden acele etmeyin ve anları derinliğine yaşayın. Günlük küçük mutlulukları yaşamayı ıskalamayın. Bunlar birleştiklerinde tüm yaşamınız olacak.
Ve de Tanpınar’ın akıl uçuran dizeleri. ''Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında. Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışında.''
Kitaptan bir cümleyle bitirelim. “ Söylemediğimiz sözler, sessizliğin çiçekleridir”
Kendiniz dahil, kimseye her şeyi açıklamak, durmadan konuşmak ve kendinizi tüketmek zorunda kalmadığınız bir hayat yaratın. Kendi derin sessizliğinizde bir yaprak gibi süzülün. Tüm zamanların ve olayların doğal olarak bir parçası olduğunuzu unutmayın.
Kitap, bunları tekrar tekrar düşünmek ve bildiklerimizi kendimize hatırlatmak için bile olsa okunmalı.❤️
İlk Baskı Yılı:
2020
Yazar:
Michel Le Van Quyen
Basım Dili:
Michel Le Van Quyen