
Seneler
Annie Ernaux’ un Nobel ödülünü kazandığını gazetede okuduğumda Seneler’i bir sebepten yarım bıraktığımı anımsadım. Haberdeki fotoğrafına baktım. Sarı-kızıl uzun saçlar, topuklarına kadar inen kırmızı bir elbise ve onunla takım sallanan küpeler, mavi ve yaşlılıktan biraz küçülmüş gözlerinde görüp geçirmiş ve sanki yaşanacak hiçbir şey bir daha onu şaşırtamazmış gibi bir ifade.
Ödülü kazandığını, kırsaldaki evinin mutfağında yemek pişirirken radyodan öğrendiğini söylediği açıklaması. Evde yalnızdım, diyor. O an, bir çölde, gökten gelen ilahi bir ışığı görmek gibiydi.
O fotoğrafta gördüğüm hissi, yazar kitabı boyunca kendi kişisel tarihinin ispatı olarak bize gösterdiği fotoğraflarla tarif ediyor. Kendi bebeklik fotoğrafından başlayıp kucağında torununu tuttuğu fotoğrafa kadar. Gözün bir çırpıda görüp, aklın çözdüğünü birine kelimelerle ifade etmek zor. Bir bakışı, bir saç modelini, bir kazağın neden giyildiğini anlatmak da öyle. Bu zorluğun esas sebebi, fotoğrafımızın çekildiği anlarda bir fotoğrafın içindeki fotoğraf gibi kendimizi bir bütün halinde anımsayıvermemiz. Bedenimizin içinde bazen hapsedilmiş bazen de hareket edebilmesi için kol bacak verilmiş gibi duyumsadığımız ruhumuzun, her anı kaydettiğini ama bazılarını unutmayı tercih ettiğimizi kavramamız.
Bir bütün dünya tahayyülü içinde, zerresi olduğumuz o bütünü idrak etmemiz. Ernaux, bunu bize nesnelerle, olaylarla, ortak hatıralarla sürekli eski bir fotoğrafa baktırarak çok iyi hissettiriyor.
Kitabı bitirdiğimde sanki ben de onunla birlikte koca bir ömrü yaşamış, yaşlanmış ve yorulmuştum. Seneleri biriktirmek, hiçbir şeyi unutmamaya çalışarak kayda geçirmek insan ruhu için külfetli. Biz hafıza kapasitesi daha imal edilirken belirlenmiş bir bilgisayar değiliz. Unutmanın ve daha doğru unutabilmenin muhteşem iyileştirme gücü bize bahşedilmiş. Kendi kişisel tarihimizde, gözün tam önünde duran burnu görmezden gelmesi sayesinde uzaklara bakabilmesi gibi, unutmasak bile tamamını hatırlamamanın hafifliğini yaşama olanağımız var.
Kitabı bitirdiğim tatlı bir cumartesi sabahı, kendimi her insan kadar dünya tarihinin bir parçası, bıkkınlıkta ve umutta o tarihe ortak hissediyorum. Bu kitap insanda hemen oturup kendi hatırladıklarını yazma hevesi de yaratıyor. Kendi çocukluğunu, bayram yemeklerini, okul günlerini, ailenin bir parçası olmaktan aile sahibi olmaya geçişteki yorgun hisleri, hayatın bir noktasına geldiğinde 'peki bu kadar mı?' dediğimiz günü, çocukların büyüyüşünü ve aynı yazarın baktığı gibi yürürken arkalarından bakıp 'bu çocuklar bana ait olamaz' diye düşündüğümüz anı, yaşlanmanın bir matematik olduğunu ama ruhun bu sayılarla aslında hiç ilgilenmediğini. İnsanın hepsini oturup yazası geliyor.
Yazar ve kitapla ilgili o meşhur eleştiri ve soru da aklıma düşüyor. O kitaptaki siz misiniz, kendi hayatınızı mı yazdınız sorusuna çoğu yazar, o yaftadan kaçarcasına yok yok, hayır, derken Annie Ernaux göğsünü gererek, evet, diyor. Edebiyatın yalnızca kurmaca üretmekten ibaret olmadığını hatırlatırken, 'doğru yazmanın' 'iyi yazmak'tan daha önemli olduğunu kendi sözleriyle vurguluyor.
Söylemeden geçemeyeceğim.
Yüzyılın genç ve güzel olma fetişini de 82 yaşındaki kendinden emin pozlarıyla yıktığı için içim rahatladı. Bazı yazarların 30 yaşındaki fotoğraflarını onlarca sene her mecrada kullanma tuhaflığına son vermede belki cesaret verici olur.
İlk Baskı Yılı:
2021
Yazar:
Annie Ernaux
Basım Dili:
Türkçe